20 Haziran 2012 Çarşamba

Sonbahar (2008)


Aldığı ödüllerle adını duyuran Sonbahar, seyredildiğinde tüm övgüleri hak ettiğini gösteriyor. Duygu sömürüsü yapmadan, gayet doğal ve net bir şekilde derdini anlatıyor, hedefe ulaşıyor. Üstelik bir ilk film ünvanı taşıyor. Yönetmenliğini ve senaristliğini Hopa doğumlu Özcan Alper üstleniyor. 95 dakikalık dramın baş rollerinde Onur Saylak, Megi Kobaladze, Serkan Keskin, Raife Yenigül yer alıyorlar. Filmde Türkçe dışında Gürcüce ve Hemşince dilleri kullanılıyor.

12 yıllık cezaevi geçmişi sonrasında az ömrü kaldığı için Yusuf’un hapishanedeki cezasına son verilir. İstanbul’da kalmak yerine Çamlıhemşin – Fırtına Vadisi’ndeki köyüne gider. Annesiyle son kalan günlerini yaşarken, çocukluk arkadaşı Mikhail ile zaman geçirir. İlçeye indiği bir gün Gürcü konsomatris Elka’yla tanışır. Bu beklenmedik aşk, üstüne daha ağır bir yük ekler.

Karadeniz’in eşsiz manzarasını seyrederken hem gözleriniz bayram ediyor hem de gönlünüz. Çekimler o kadar başarılı ki, bir yandan öyküye kendinizi kaptırıyorsunuz, bir yandan da “Acaba bu bir belgesel mi?” diye düşünüyorsunuz. Yusuf’un hayatıyla mevsimlerin bağlantısı çok başarılı kurulmuş; hem görsel olarak, hem senaryo olarak. Bir yönetmenin ilk filminde bu tür bağları kurması ve seyirciye net şekilde aktarması insanı mutlu ediyor. İsteyince oluyor demek ki… Hapishane hayatı ve ölüm orucu deyince ister istemez insan olumsuz bir havaya bürünüyor. Akla ilk başta siyaset geliyor; eğer ilgilenmiyorsanız dikkatinizi bile çekmiyor. Özcan Alper ise bunu gayet insani bir olay olduğunu, hatta yaşamın bir parçasını olduğunu gösteriyor. İşin içinde siyaset ciddi bir yer alsa da bu bir tercih, yaşam biçimi, bakış açısı olduğunu haykırıyor. Hikayeden olumsuz etkilenmiyorsunuz çünkü vicdan azabı çektirmiyor. Senaryo ve diyaloglar çok sade; bir o kadar da doğal. Beylik sözlere gerek duymuyor karakterler. Zaten mükemmel doğanın içinde karakteri konuşmadan da anlayabiliyorsunuz. Ruhu tıpkı Karadeniz fırtınası gibi esiyor; vücudu halsiz kalsa da. Yusuf’un geçmişle hesaplaşması bitmiyor; bunu yüzünde görebiliyorsunuz. Yaptıklarından mı pişman yoksa yapılanlardan mı? Her ikisi de kar etmedi gibi görünse de pişmanlığın sadece çaresizlik ve elden gidenler olduğu şüphesiz. Harika bir karakter detaylandırması var. 95 dakika boyunca yavaş ve derinden aklından geçenleri söylemese dahi tanıyorsunuz Yusuf’u. Diğer karakterler ise hiç boşa eklenmemiş. Her birinin görevi güzelce belirlenmiş. Fazla karakterlerden hiç haz etmeyen biri olarak Yusuf’un annesini, arkadaşı Mikhail’i ve Elka’yı çok sevdim, çok içten ve doğal buldum. Biri eksilse senaryoda eksiklik olacağını hissettim.
Hopa Belediyesi’nin desteğiyle çekilen film; Kültür Bakanlığı tarafından da ilk filmini çeken yönetmenler desteğini almıştır. Ben böyle bir desteğin olduğunu bile ilk kez öğrendim. Özcan Alper kim bilir nasıl gurur duyuyordur kendisiyle?! Bu arada hep yorumun başında bahsettiğim müzik çalışmalarını bu sefer sona bırakmış oldum. Filmin son sahnesi başta olmak üzere müzik çalışmaları tahmin edilmeyecek kadar başarılı ve güzeldi. Karadeniz yöresinin tüm ezgilerini filme serpiştirmek kolay değil gibi görünüyor. “Gönül Yarası”nda Meltem Cumbul’un canlandırdığı Dünya karakteri, Şener Şen’in canlandırdığı Nazım karakteriyle bir gün türkü bara giderler. Sözlerini bilmediği bir şarkıyı dinlerken göz yaşlarına engel olamayan Dünya’ya Nazım döner ve der ki: - Kürtçe biliyor musun? –Hayır. – O zaman niye ağlıyorsun? – Abi bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerek? Bu filmde hissettiğim şey Dünya ile aynıydı. Dili bilmesem de o yakarışı, müziği duydukça gözlerim doldu, anlamama gerek kalmadı. Bir ağıt bu kadar içten olabilir mi?

Gelelim ödüllerin sadece bir kısmına: 15. Altın Koza Film Festivali’nde: en iyi film, jüri özel ödülü, en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü; SİYAD en iyi film ve en iyi erkek oyuncu ödülü; Premiers Plans d’Angers (Avrupa İlk Filmler Festivali) en iyi müzik ödülü; 20. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde en iyi görüntü yönetmeni, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi kurgu ödülleri; Yeşilçam Ödülleri’nde: en iyi erkek oyuncu ödülü. Yazarken yoruluyor insan; kazanmanın duygusu ne güzeldir; kim bilir?

Onur Saylak’la ilgili bilgilere “Denizden Gelen” filminde yer vermiştim. Bir sanatçı durduk yere baş rollerde oynamıyor. Kanıtlardan biri Onur Saylak’ın ta kendisidir.


Not: Türk filmlerinden umduğunu bulamadıkları için izlemeyen çok kişi var. Blog ve Twitter'dan bu gibi sözleri, yorumları sıklıkla alıyorum. Seyretmeseniz bile müziklerine bir kulak kesilin derim.



2 yorum:

  1. türk filmlerinden umduklarını bulamayanların çoğunun kaba etlerinin pek bir yukarılarda olduğunu söyleyebilirim..

    sonbahar'în yeri bende çok ayrıdır.. bu blogda görmek çok sevindirdi bu yüzden..

    ayrıca o "ağıt"ı tarif edecek kelime bulamıyorum.. bu boktan dünyada yaşamayı anlamlı kılabilecek nadir ve nadide şeylerden biri..

    ayrıca sanat filmi çekiyorum diye tamamen şahsi egolarına hizmet eden ve elle tutulur hiçbir yani olmayan rezalet filmler yaratan o popüler yönetmenlerimize kapak olsun bu film.. sanat filmi, ya da bağımsız film -adı her ne ise- budur..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sonunda yorum yazmaya başladın :)

      Filmi geç izledim, bir türlü kısmet olmamıştı. Beklediğimden çok daha iyi çıktı. Bu saatten sonra Özcan Alper'i takip etmek farz oldu. Hatta ikinci filmini bundan önce izlemiştim :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...