17 Nisan 2013 Çarşamba

Evim Sensin (2012)


Eski arabeskçi, yeni yönetmen fursayısında öne çıkan Özcan Deniz, tekrar bir projeyle sinema salonlarında yerini aldı. Tabi Kasım 2012’de gösterime giren filmi sinemada izlemediğim için yeni yorum yazabiliyorum. Yönetmenliğini ve uyarlama senaryosunu (bir Kore filminden uyarlanma) Özcan Deniz’in üstlendiği filmin baş rollerinde Fahriye Evcen, Özcan Deniz, Özay Fecht, Sait Genay yer almaktadırlar. 91 dakikalık dram ve romantik türlerindeki filmin gişe hasılatı ise 2,5 milyon TL’den fazladır! Gidenlerin çoğunun fragmandan etkilendiğine de eminim!

Hüzünlü bir ayrılık sonrası baba evine dönen Leyla, babası ile arasını düzeltmek için çok çaba harcar. Hem kendini toparlamak ister hem de babasıyla ilişkisini. Bu süreç içinde İskender’le tanışır. Yetimhanede büyümüş İskender, çok zorlu bir çocukluk ve gençlik geçirmiştir. Kaskatı yüreğini Leyla yumuşatır. Bu beklenmedik ilişkinin peşini ise zalim kader bırakmaz.

Elimden geldiği kadar önyargıları bir kenara atıp her türden ve isim ayırt etmeksizin film seyretmeye çalışıyorum (Western’de hala çok zorlansam dahi). Özcan Deniz projesini de bu yolda izlemeye karar verdim. Fragmana göz atınca “Ya Sonra” gibi orta düzey bir film (kadınları aşağılamasına rağmen) çıkacağını umuyordum. Mekan, dekor, kostüm seçimleri gayet başarılı. Göze çarpan, dikkat uyandıran, filme artı puanlar kazandıracak tasarımlara el atılmış. Görüntü kalitesi ve renk kontrast ayarları da keza aynı başarıyı elinde tutuyor. Kamera açılarını, sahne geçişlerini beğenemesem de kabul edilebilir konumdadır. Süresi de böyle ağır bir drama göre gayet iyi ayarlanmış.

Senaryonun ana konusu dram için hayli etkileyici. Büyük bir aşk ve sonrasında hastalıkla yüzleşen çift. Oturup ağlamanızı sağlayacak bir yapısı var. Hatta dram biraz da trajediye dönüşüyor, dozu artıyor. Özcan Deniz elindeki bu fırsatı kullanabilmiş mi? Kesinlikle hayır! Sulu göz olan ben, hiç bir sahnede duygulanamadım, gözlerim dolmadı. Kaldı ki konu aynı olmasa da benzer pek çok dramı seyrederken kendimi kötü hissetmişimdir. İlk sorun kurgu. Sanki atlı kovalıyor gibi o kadar hızlı geçiyor ki sahneler, ne duyguyu yansıtıyor ne de hikayeyi özümsemeye fırsat bulabiliyorsunuz. Yan öykülere yer vereceğine ana konu üzerine odaklanıp yoluna devam etseydi ve kurgulamada çoğu sahneyi kırpmış havası yaratmasaydı eminim film daha üst basamaklara çıkardı. Aralarda bağlantı kuracağım diye göbek çatlatıyorsunuz. Leyla’nın geçmişiyle bir anda İskender’le olan hayatı arasında hangisi daha önemli, geçmişe neden o kadar yer verildi; anlam veremiyorsunuz.
Karakter detaylandırması tam istediğim gibi yapılmış. Örneğin İskender’in geçmişi, neden soğuk ve duygusuz göründüğü tek tek inceleniyor. İskender’le ilgili aklınızda soru işareti kalmıyor. Benzer durumu Leyla için de geçerli. Yüzleştiği sorunlara karşı tepkisi, insanlarla ilişkisi, hayata bakış açısı net. Tabi bu arada Leyla geçmişini pat diye unutuyor, ders çıkarmadan İskender’le yeni hayata “hop” atlıyor. Sebep? Aşk. Saygı sonsuz. Tüm bu güzel detaylandırmaların olumsuz geri dönüşü ise tekrar kurgu ve olayların bağlanamamasına dönüyor. Hep şu soru kafama takıldı: Önemli olan Leyla ve İskender’in bireysel olarak geçmişi mi yoksa onların çift halindeki şimdiki zamanı mı? Kesin bir ayrım yapılamıyor. Sürekli bir geriye dönüş var. Ana temanın ne olduğu konusunda net sonuca ulaşamıyor.

Oldum olası kasıntı halini sevemiyorum Özcan Deniz’in. İskender karakterini seyirciye aktarırken (kendisi yönetmen olunca tabi) o kadar yakışıklı, karizmatik yansıtıyor ki “Yahu bırak ben karar vereyim karakteri beğenip beğenmeyeceğime” demek zorunda kalıyorsunuz. Özcan Deniz’e bakınca “Hani nerede yüz ifadesi, mimikler?” diye sormaktan kendimi alıkoyamıyorum. Fahriye Evcen’in “Yaprak Dökümü”ndeki kalın tona kaçan sesini bilmiyor olsam Leyla karakterinin o iticiliğin doruk noktasındaki ince çocuksu sesine demediğimi bırakmazdım. Kulağımı tırmaladı, filmi bırakmak istedim. Fakat Evcen’in kendi doğal hali değil, karakterin doğal haliydi. O yüzden olumsuz eleştirmek doğru değil.

Özcan Deniz güzelim dram yüklü konuyu kotaramadan hasılat rekoruna yaklaştı ya, helal olsun. Reklamın böylesine şapka çıkarmak lazım. Fragmanla gerçeğin bir olmadığı filmlere örnektir.

Unutmadan belirtmem gerekir ki müzik seçimleri felaket! Yerli duygusal bir filmi yabancılaştırmak niye? “Sen yarim idin” şarkısına kanmayın. O kadar kısa süre kullanılıyor ki etkisi falan kalmıyor. Özcan Deniz’in projelerinde klasik müzik kullanma hevesini hala anlamış değilim. Klasik müziği dinlemek ayrı, eldeki senaryoya uyarlamak ayrı. Klasik müzikle filmin sınıf atlayamıyor, uyuşması lazım! Seçilen şarkılara, müziklere karşı değilim; filmle uyuşmamasına karşıyım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...