18 Eylül 2013 Çarşamba

Not Fade Away (Sen Gitmeden Önce) (2012)

Sen Gitmeden Önce
Temmuz sıcağında gösterime giren Sen Gitmeden Önce, 1960ların dünyasında gençlerin müziğe olan aşkıyla kuşak çatışmasını harmanlayan bir filmdir. 20 milyon $ bütçeyle hazırlanan ABD yapımının yönetmen koltuğunda “The Sopranos”un yönetmeni David Chase oturuyor. Chase, senaristliği de üstlenerek filmi sahipleniyor. Dramın oyuncu kadrosunda John Magaro, Jack Huston, James Gandolfini, Dominique McElligott, Bella Heathcote yer alıyorlar.

1960lıların Amerika’sında Douglas ve arkadaşları müziğe tutkundurlar. Rock’n Roll’u benimseyen bir grup oluşturup seslerini duyurmak isterler. Lakin dönemin koşullarında ve ailelerinin itirazlarıyla bu hiç kolay olmayacaktır.

Sen Gitmeden Önce, 1960ların ruhunu derinlemesine izlemek için harika bir fırsat sunuyor. Mekan, dekor, kostüm, saç ve makyaj seyirciyi öyle cezbediyor ki senaryodaki boşlukları unutabiliyorsunuz. Hele de 1960larda doğmayan, o günleri yaşamayanlardansanız filmin içinde film izler gibi hissediyorsunuz. Kullanılan kelimeler, vücut hareketleri bile sanki daha farklı. Renkler hem geçmişin tozlarını yaşatıyor hem de canlılığını koruyor. Yani dönemi yansıtmada gayet başarılı! Teknik olarak aynı düşünceye sahip olamasam da türe göre ve yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olması sebebiyle göz ardı etmeyi tercih ediyorum.

Peki, ya senaryo? Dönemin değişme aşamasındaki kültürü, ciddi bir kuşak çatışması ortaya çıkarıyor. Gençler özgürlükçü, barışçıl bir hayat tercih etmek istese de aileler geleneklerine ve devlete bağlı kalmayı doğru buluyorlar. Müzikten para kazanılmayacağını, hele hele “ne olduğu belirsiz” Rock’n Roll ile ne kariyer ne para sahibi olunabileceğine inanıyorlar. Müzikle beraber hayata giren uyuşturucu işleri daha zorlaştırıyor; gençlik ve aile arasındaki köprüleri yıkıyor. Buraya kadar anlatılan her şey muntazamdır. Diğer yandan, olay zaman zaman tıkanıp kalıyor. Çatışmalar kendini tekrarlıyor. Kariyer başarısızlıkları karakterleri sıktığı kadar, seyircinin de ayağına çelme takıyor. Dougles ve ekibinin hayatı artık ilk baştaki merak duygusunu sürdüremiyor. Hatta öyle zaman geliyor ki “Acaba biyografi mi izliyorum?” hissi uyandırıyor.
Filmin dönemi yansıtmadaki en güzel ikinci unsuru kesinlikle müziktir. Sırf çalınan şarkılar için bile izlemeye değer. The Beatles, James Brown, The Rolling Stones’la başlayıp dönemin tüm başarılı müzisyenlerine, gruplarına ve şarkılarına selam gönderiyor. Senaryonun sıkıcı olmaya başladığı sahnelerde dahi müzik büyük bir savaşa giriyor ve sizin ekrandan kopmanızı engelliyor.

IMDB’den 5.9, Rotten Tomatoes’tan 70 almıştır. Müzik çalışmalarını hariç tutarsam IMDB puanı daha gerçekçi görünüyor. Amerika’nın o dönemki koşullarını anlatırken filmin daha çarpıcı aktarılabileceğine canı gönülden inanıyorum! Gene de yönetmeni çok eleştirmeden yeni filmlerini beklemekte fayda var!

Genç oyuncular 60ların ruhunu yansıtırken heyecanlarını ortaya koysalar da akılda kalıcı bir performans göremedim, hissedemedim. Neyse ki James Gandolfini vardı. Not Fade Away, beklenmedik bir anda Temmuz ayında vefat eden Gandolfini’nin son beş filminden biri olarak sinemaseverlere yadigar kaldı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...