Unutma Beni |
Julianne Moore’un performansıyla
tüm dikkatleri üzerine çeken, pek çok adaylıklarıyla birlikte Oscar’a da göz
kırpan Unutma Beni, Türkiye’de 13 Şubat’ta gösterime girmiştir. Lisa Genova’nın
aynı isimli romanından Richard Glatzer ve W. Westmoreland uyarlamıştır. Yönetmenliğini Richard Glatzer’in yaptığı 101 dakikalık ABD
yapımda Moore’a Alec Baldwin, Kristen Stewart, Kate Bosworth, Hunter Parrish
eşlik ediyorlar. 5 milyon $ hasılata karşılık 6 milyon $’ın üzerinde hasılat
elde etmiştir.
Columbia Üniversitesi’nde
dilbilim profesörü olan Alice Howland, 50 yaşında ve 3 çocuk annesi bir
kadındır. Mesleği gereği sürekli araştırma ve yeni şeyler öğrenmeye alışkındır.
Bir gün koşu esnasında bilinci çok kısa süreliğine alt üst olur. Başka bir gün de
konferans esnasında benzer olayla yüzleşir. Doktora gittiğinde Alzheimer’ın
başlangıç evresinde olduğunu öğrenir. Başına gelecekleri tahmin eden Alice, hem
bu süreci yönetmek zorundadır hem de ailesini ayakta tutmak.
Film isimlerinin Türkçe’ye çevrilişinde tekrar bir katliamla karşı karşıyayız. Mantık olarak bir yerden yakalanmaya çalışılsa da ana karakterin böyle bir beklentisi yok. Filmi izlemeyenler için hafiften bir ön yargı yaratıyorlar.
Çevrenizde Alzheimer’a yakalanmış
bir tanıdığınız varsa ve buna şahit olduysanız filmle bağlantınız derinleşebilir.
Babaannemde bu hastalığı gördüğüm için daha duygusal yaklaştım. İçselleştirmemde
en büyük etken Alice karakterinin kaleme alınışı ve Julianne Moore’un canlandırmasıdır.
Oscar adayı olarak hayli düşük bir bütçe, sade bir senaryo, göze batmayan prodüksiyon,
Moore haricinde iç güveysinden hallice bir kadro var. Aslında adaylıkları
olmasa dikkat çeker miydi, kararsızım. Ekran başına geçtiğinizdeyse Alice
karakteri sizi kendine çekiyor ve sonunu bile bile o sürece nasıl ulaşacağını
gözünüzü dört açarak izlemek istiyorsunuz. Bu hastalığa yakalanmak için hayli
erken bir yaş ve aklınıza direk anneniz, sevdikleriniz, kendiniz geliyor. “Başıma
gelse ne yaparım?” diyerek önce kendinizi Alice’in yerine, sonra eşinin, sonra
da çocuklarının yerine koyuyorsunuz. Hele de genetik olma ihtimalini düşününce
içim içimi yedi. Gerçeklerle yüzleşmeyi 101 dakika boyunca yaşattı.
Karakter detaylandırmalarında
Alice büyüleyiciydi. Bilgi deposu bir beynin yavaş yavaş boşalacağını bilmek,
hele Alice’in bunu bildiğini izlemek hayli üzücüydü. Hikaye, ilk sahneden
sonuna kadar çok etkileyici kaleme alınıyor. Eşi, oğlu ve büyük kızı arka
planda bırakılmış. Eşi elinden geldiği kadar yardımcı olsa da süreç maddi,
manevi çok yıpratıcıdır. Sevdiğiniz insanın gözünüzün önünde kaybolduğunu
düşünürseniz sinirlerinizin çok kuvvetli olması gerekiyor. Küçük kızı aileden
uzak kalmayı istemişse de annesinin hastalığını duyunca onla daha yakınlaşıyor.
En vefasız gibi görünen en yakınında duruyor. Karakter ilişkileri bu açıdan
güzel kurgulanıyor.
IMDB’den 7.5, Rotten Tomatoes’tan
90 alan filme yapılan geri dönüşler hayli olumludur. Odak noktasında da tek şey
vardır: Julianne Moore performansı. Moore’un oyunculuğu sayesinde film en iyi
kadın oyuncu Bafta ve Altın Küre ödüllerini almıştır. Oscar’ın da şimdilik en
güçlü adayıdır. Keşke kızını Kristen Stewart yerine mimiklerini kullanabilen
başka bir kadın oyuncu oynasaydı. Dramı yavaş yavaş derinleşen bir filmde
Kristen Stewart çok sırıtıyor.
Her ne kadar Türkçe’ye Unutma Beni
diye çevrilmişse de orijinal adı Still Alice çok derin bir anlam taşıyor. Filmi
izlediğinizde benle aynı fikirde olacağınıza inanıyorum.
Filmi daha izleme fırsatı bulamadım. Mutlaka izleyeceğim.
YanıtlaSil